OSMANLI’DA FES VE FES BOYKOTU

 Bizi dünyaya başımızda kırmızı bir fesle tanıtıyorlar ya, sanırsınız ki Türkler bu başlığı başlangıçtan beri kullanıyorlar. Oysa topu topu seksen yıl kadar, o da sadece seçkin sınıflarda yani devletin üst kademelerinde, memurluklarda ve genellikle de İstanbul’da kullanılmaktaydı. 

  Lutfi Tarihi’nin 1827-1828 yılları arası olaylarının anlatıldığı bölümde; Hüsrev Paşa, zamanın donanma komutanıyken (Kaptan-ı Derya) donanma için Nizamiye Askeri yetiştirmek üzere bir Fransız öğretmeni talim için görevlendirmiştir. Hüsrev Paşa bu öğretmeni, Fransız usulü talimleri teşvik için, İzmir’de gemi askerleri ve kölelerden oluşturduğu bir taburu, başlarına fes giydirerek İstanbul’a getirir. Zamanın Beylerbeyi Halil Paşa, 2. Mahmud’un huzurunda bu askerlere talim yaptırır.

  2. Mahmud’un; yeniçeri ocağını lağvedip yerine kurduğu orduya (Nizam-ı Cedit) savaş ve barış zamanında daha hafif bir şeyler giydirilmesi düşüncesini hayata geçirdiği sırada, başlarına da uygun bir şey giydirilmesi düşünülmüştü. Bu uygulamayı beğenen 2. Mahmud bir buyruk çıkartır.  Padişah buyruğu ile yayımlanan elbise nizamnamesiyle üst rütbelerden başlamak üzere kimlerin nasıl giyineceği ve ne tür fes giyeceği belirlenir. Yüksek rütbeli olanlarda kenarları sırmalı, diğerleri için ise özellikleri ayrıntılı olarak belirlenen adi fes giyilmesi kararlaştırılır.

FES BAKANI VE FESHANE

Hemen gerekli feslerin tedarikine başlanır. O sırada Tunus’a elli bin fes sipariş edilir. Ayrıca yerli fes üretimi için de İzmirli Katipzade Mustafa Efendi, Fes nazırı (bakanı) olarak tayin edilir. İstanbul’da bugün Feshane olarak bilinen semtte çeşit çeşit fes üretilmeye başlanır.  

Yeniçeri Ocağının kapatılmasına kadar (Vak’a-i Hayriyye) ağır kavuklar giyen devlet ileri gelenleri bu yenilikle artık rahat etmişlerdir. Birçok öyküye filme ve romanlara konu olan fesin, giyilme biçimi de zamanla değişmiş, memurlar dışında da yaygınlaşmıştır.

Zamanla özellikle halk arasında bir kesimin kendini ifade biçimi olarak, farklı renklerde (Kırmızı, mor, vişne çürüğü) kullanılmıştır. Öyle sanıldığı gibi sadece erkekler tarafından değil kadınlarca da kullanıldığı da bilinmektedir. Hatta çocuklarda bile yaygın yer edinmiştir.

Ayrıca İstanbul’da ve hatta kasabalarda, kadınlar onunla süslenir, üzerine yemeniler sararlarmış. Çocukların feslerine nazar boncuğu, muska, nazarlık altın ya da değerli taşlar takılırmış. Üzerindeki püskülün duruşu bile bir anlam ifade edermiş. Genellikle delikanlılar başlarında bir yana yasladıkları fesleri ve omuzlarına attıkları bir setre (ceket) ile dikkat çekerlermiş. Zamanla fes ihtiyacı çok artınca en kaliteli feslerin yapıldığı Avusturya’dan ithal edilmeye başlanmış ve bu yıllarca sürmüş. Avusturya’dan ithal edilen bu pahalı fesler, uzun süre bir asalet unvanı olarak kullanılmış.

FES BOYKOTU VE KALKPAĞA GEÇİŞ

Balkanlarda milliyetçilik akımlarıyla başlayan olaylar ve ayaklanmalar sonucunda Bosna Hersek’in Avusturya’ya katılmasıyla birlikte, Özellikle Osmanlı aydınları arasında milli başlık olarak giydikleri Avusturya fesleri boykot edilmeye başlanmış. İşte bu olayla birlikte oluşan tepkiyle birlikte kalpak kullanımı Kuva-i Milliye ve Kurtuluş Savaşımızın simgesi haline gelmiştir. 

Bu olaydan sonra Yaklaşık seksen sene giyilen fesin yerini, şapka devrimine kadar da kalpak almıştır. Özellikle Tanzimatla birlikte her alanda yenileşme ve değişim toplumun her alanında hissedilmeye başlandı. Ülkemizde başlayan bu gelişmeyi kavramayan, geçmişe ve fese özenenlerin kutlu cumhuriyetimizi anlamaları da olası değildir.  Hemen her şeye dini bir anlam yükleyenlerin olaylara biraz da tarihsel açıdan bakmaları, aynı zamanda değişim ve yeniliğe açık olmalarını ve dünyaya uyumlarını da beraberinde getirecektir. Tabi bakabilirlerse.  Sizce de öyle değil mi?

(Bartın Gazetesi’nin 10 Nisan 2025 tarihli sayısında yayınlanan Mehmet DEMİRCİOĞLU yazısı)


Yorum Gönder

0 Yorumlar