YILLARIN ARDINDAN 🠞 Ağrı’dan Bartın’a

  Otobüsten indiğimde öğle üzeriydi. Otogardaki yazıhanelerin kirli camları üzerindeki yazılar bile zor okunuyordu. Zaten üç dört salaş yazıhaneden başka bir şey de yoktu. Tam karşıda etrafa pis bir koku yayan mavi kapılı bir tuvalet, onun sağında da  boyasız, üstü açık ve etrafı çöp yığını ile dolmuş bir çöp varili vardı.

          Yazıhanelerin karşısındaki dar alanda, iki, üç boş minibüs, ilçeler için servis saatini bekliyordu.  Zayıf, uzun boylu bir genç, “hemen kalkıyor”diyerek, Doğubeyazıt, Patnos, Diyadin, Eleşkirt diye avaz avaz bağırıp yolcuları yönlendiriyordu. Bizi getiren otobüs, tozu dumana katarak minibüslerin yanına  park etti. Elimdeki valizimle oracıkta kala kalmıştım.

         Güya toz kalkmasın diye ıslatılmış toprak zemindeki  çukurlardaki su birikintileri, ayna gibi parlıyordu. Güneş tam tepemde, yakıp kavuruyordu. Ülkenin en soğuk kentlerinden biri olan Ağrı'da böyle bir sıcak olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Etrafı yüksek duvarla çevrili otogarın hemen sağından bir yol geçiyordu. Bu yolda sağlı sollu dizilmiş satıcılar, üç tekerlekli tablalı arabalarıyla dikkat çekiyordu.

         ORTALIK PANAYIR YERİ

         Araba tablalarında kalıp kalıp sabunlar, açıkta çeşit çeşit peynirler, el fenerleri, piller, yazmalar, renk renk iplikler, kalınlı inceli urganlar, at koşum takımları, kazma, bel, tırmık, tatlı su balıkları, rengarek giysiler, lastik ayakkabılar ve tablaların başında pazarlık yapan insanlar, ortalığı panayır yerine çevirmişti. Tezgâhlardan birindeki bir ses düzeninden yayılan Kürtçe bir şarkı ortalığı inletiyordu. Elimde valizimle bunların önünden geçip giderken bu renkli dünya bana ne kadar da yabancı gelmişti. 

Az ilerde üç beş bodur kavağın gölgesinde taksiler olduğunu fark ettim. En öndekine yaklaşıp:

“Sıra sizde mi?” diye sordum.

“He gardaş” dedi.

         Şoför uzun boylu, esmer, bıyıklı, gözleri çakmak çakmak, iki üç günlük sakallı, üzerinde sarı bir gömlek ve siyah ceket bulunan genç biriydi.“Beni şehir merkezine götürür müsün?” Dedim. “Buyur” Dedi.

         Aracın içinde yolculuk yaparken yolun kenarlarındaki satıcıların kaldırımı ve yolu kaplamaları nedeniyle şoför özel bir çaba sarf ederek ilerleyebiliyordu. Az ileride iki minareli, geniş kubbeli bir caminin bulunduğu köşeden yol ikiye ayrılıyordu. Sağdaki yolu takip ederek ilerledik. Yol kenarlarındaki evlerin sacdan yapılma dik çatıları yer yer parlıyor, göz alıyordu. Az sonra asfalt bir yola girdik.

        Yolun solunda üç katlı, büyükçe bir binanın önünde durduk. Şoför:

“İşte Ağabey” Dedi. “Şehir merkezi, şu büyük bina  da valilik.”Eliyle az ilerideki başka bir binayı daha göstererek “şu bina da öğretmenevi “ 

        Bana öğretmenevini niçin gösterdiğini bir türlü anlayamadım. Acaba öğretmen olduğumu nereden anlamış olabilirdi ki?...

        Biraz şaşkın, valizimi alarak arabadan indim. Öğle sıcağı iyice bastırmıştı. Nedense Ağrı’yı ben hep başka türlü hayal etmiştim.

        Yollar bom boştu. Ölü gibi. Dikkat çeken tek şey, lastik tekerlekli at arabalarının yumuşak teker sesleri ve bu sıcakta atların dışkısının şehir havasına kattığı ağır kokuydu. Bütün bunlara alışmam pek de uzun sürmedi.

  BATMAN VE BARTIN

         Ağrı'da kaldığımız süre içinde birçok dostlar edinmiştim. Bartın'a tayinim çıktığında  Bartın yeni il olduğundan adını bile bilen yoktu. Arkadaşlarım Batman zannetmişler ve tuhaf tuhaf yüzüme bakıp, Buradan Batman'a tayin mi istenir? Diye bana çıkışmışlardı.

         Aynı avluda iki  ayrı evde yaşamımızı paylaştığımız ev sahibimiz Hüsniye Teyze'nin tayinimizin çıktığını öğrendiğinde üzülerek "kira pahalı diye gidiyorsanız bir şeyler yaparız oğlum." Deyişini, ve ayrılışımızda arkamızdan ağlayışını hiç unutmayacağız.

       Anlaşılan Bartın'ın il olduğunu sadece insanlar değil devlet kurumları da bilmiyorlarmış! ki  özlük dosyamı Batman'a göndermişler. Neyse ki dikkatli bir göz fark edip de kısa bir zaman sonra Batman'dan Bartın'a göndermiş.  Artık Bartın'daki yeni yaşamımıza ve yeni ufuklara yelken açıyorduk. Otuz üç yıl bir çırpıda geçivermiş. Şimdi Bartın’daki yaşamımız ve dostlarımızla geçirdiğimiz zamanlarımıza bakınca, İyi ki Bartın’a gelmişiz diyoruz.
Bartın Gazetesi’nin 8 Ekim 2025 tarihli sayısında yayınlanan Mehmet Demircioğlu Yazısı


Yorum Gönder

0 Yorumlar